Pazarköy Çay Fabrikası Müdürlüğü

Rize nin tarihi

Rize'nin Tarihi
                          


      İÇİNDEKİLER                                

1.1.Kronoloji
1.2.Rize Adı Nereden Geliyor
1.2.1.Bir Efsane
1.3.İlk Tarihi İzler
1.4.Koloni Dönemi
1.5.Pontus ve Selçuklular Dönemi
1.6.Osmanlılar Dönemi ve Yeni Türk
Göçerlerin Yöreye Yerleştirilmesi

1.7.Birinci DünyaSavaşı ve 2 Mart
Rize’nin Kurtuluşu


1.8. Mustafa K.Atatürk ve Rize
1.9.Rize Şeri’ye Sicil Defterleri
1.9.1.Rize Şeri’ye Sicil Defterlerinin Önemi
1.9.2.Rize Şeri’ye Sicil Defterlerinin İçeriği

1.1.KRONOLOJİ

İ.Ö 700-180 Koloniler Dönemi
İ.Ö 180-65 Pontus Krallığı Dönem
İ.0 395 Romalılar Dönemi
395 Bizans Dönemi
646 Arapların Rize’nin Bazı Kesimlerini Vergiye bağlaması
737 Rize’nin kısa bir süre için Arapların eline geçmesi
1075 Türkmen beylerinin kısa süren işgalinden sonra Bizanslıların
Rize ve yöresini geri almaları
1079 Türkmen beylerinin Bizanslılarca
Kılıçtan geçirilmesi.
1098 Danişmentlilerin yörede kısa süren egemenlikleri
1143 Bizans İmparatoru I.Manüel Komnenas’un Kostantin Gobras’ı
Doğu Karadeniz'den atması, Mihail Gabras’ı vali ataması
1204 Trabzon Rum Pontus İmparatorluğunun Kurulması ve Rize’nin
İmparatorluk sınırları içinde kalması
1456 Trabzon Rumlarının Osmanlılara vergi vermeye başlaması
1461 Rize’nin bir bölümünün Osmanlılarca alınması
1509 Şehzade Selim’in Rize’nin fethini tamamlaması
1571 Pazar’ın Abazalarca basılıp yağmalanması
1622 Çayeli’nin korsanlarca yağmalanması ve halkın tutsak edilmesi
1878 Rize’nin Lazistan Sancağına merkez olması.
05 Mart 1916 Atina’nın (Pazar) Ruslarca işgali
09 Mart 1916 Rize’nin Ruslarca işgali
02 Mart 1918 Rize’nin kurtuluşu
20 Nisan 1924 Rize'nin İl olması
17 Eylül 1924 Atatürk'ün Rize'ye Gelişi
1.2.RİZE İLİNİN ADI NEREDEN GELİYOR

Pontus Krallığı döneminde “SANNİKA”,Roma İmparatorluğu döneminde “ Pontus Polemoniacus”, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde “LAZİSTAN” olarak anılan Rize’nin bugünkü adının nereden geldiği yönünde farklı rivayetler vardır.

Rize ilinin adı ile ilgili olarak değişik görüşler ileri sürülmüştür; Yunanca pirinç anlamına gelen “Rhisos”un MÖ.7.yüzyılda başlayan kolonizasyon döneminde, yörede bol pirinç yetiştirilmesinden ötürü kent yakınlarından geçen çaya verilen “Rhizios” veya sonraki dönemlerde verilen “Rhizaion” dan geldiği söylenmektedir. Yine Rumcada "RIZA" dağ eteği anlamında kullanılmıştır. Osmanlıcada ise "RİZE" ufak kırıntı, döküntü anlamındadır. Ayrıca Erzincan'ın Sakalar dönemindeki "Eriza" olan adının başındaki "e" sesinin düşmesi ile adaş olarak Rize için de kullanıldığı ifade edilir.

1.2.1.BİR EFSANE

Bir zamanlar, sevgilisi Ali Reis'i, Karadeniz'in hırçın fırtınalarından birinde yitiren, bu yüzden yamaçtaki ormanlar arasında yaptırdığı köşkünde yapayalnız oturan, Roza, yahut Raziye adında güzellikte eşsiz bir kadın varmış. Yalnız güzelliği ile değil, zenginliği ve hayırseverliği ile de tanınır, sayılırmış.
Kadın, gece-gündüz, denize açılan penceresinin önünde oturur, sevgilisini bekler, umutsuz aşkını türküleriyle dile getirir, yanık bağrını gözyaşlarıyla serinletirmiş. Zaman böyle geçmiş. Bir gün ne pencerede görülür, nede sesi duyulur olmuş. Bir de gelip ne görsünler, köşk bomboş, kimsecikler yok. Aramış-taramış, izini bile bulamamışlar. Yalnız iki satır yazı: "Hazinelerimi fakir fukaraya dağıtın, gelip burada ev-bark kursunlar, beni de aralarında bulsunlar.
Kısa zamanda bir şehir kurulmuş burada, adına "Raziye" denmiş, bu ad zamanla Rize olmuş. Rize'nin ardı arkası kesilmeyen yağmurları, onun gözyaşları imiş. Rize'nin kemençesinde, türkülerinde, O'nun yanık yüreğinden sesler varmış. Her güzellikte ondan bir parça arayan Rizeliler, bunun için cömert, iyi kalpli, içli insanlarmış.

1.3.İLK TARİHİ İZLER

Rize ve çevresinde yapılan yüzey araştırmaları bölgenin, Yontma Taş Çağından sonra iskân gördüğünü ortaya koymuştur. Eski Tunç Devri'ne ait bir kısım buluntular elde edilmiştir. İlk çağ kaynaklarına göre Doğu Karadeniz Bölgesi'nde bazı yerli kavimler yaşamaktaydı. Rize ili ve çevresinin bilinen ilk hâkim ahalisi; bitişken dilli ve Asya kökenli kavimlerdir. Bunlar Rize ve çevresinde tarım ve hayvancılıkla geçinen yerleşik topluluklarıdır. Bunlardan; "KULKU-KULKH ların adına, Erzurum yöresini kendi ülkesinin topraklarına katan URARTU kralı II. SARDUR (M.Ö 765-735) 'un Çıldır gölünün güneyinde Taşköprü köyünün üstündeki kayalıklara kazdırdığı çivi yazılı kitabede rastlanmıştır.

M.Ö 2000'lerde Kafkas dağları ile Karadeniz'in kuzeyinde yaşayan Kimmerler'in Ülkesi, M.Ö 720 yıllarında Sakalar tarafından işgal edildi. Kimmerler’in Azak denizi ile Kafkaslar arasında yaşayan kolu, Sakaların baskısı ile M.Ö 714 yıllarında yurtlarını bırakarak Aras ve Çoruh vadisinde yayıldılar. Kimmerler'in bu ilk göçleri, Gürcistan ‘nın en eski tarihi destanı olan "Kartlis-Çkhovrebe”da, kartli (Gürcistan) ve komşularını esir ettikler ilk seferi diye belirtilir.

Trabzon-Bayburt arasındaki Kemer dağı, Rize Çayeli İlçesi çıkışındaki Kemer köyü, Kızılırmak boyundaki Gemerek ile Kars'ın doğusunda yer alan Ümrü gibi coğrafya adlarının; Kızılırmak ve Adana Bölgesine kadar hakim olan Kimmerler'den günümüze kadar gelmiş olduğu sanılmaktadır.

Aşağı Tuna ve Karpatlara kadar Doğu Avrupa'ya hakim olan Sakalar; MÖ.680 yılında kendilerine itaat etmeyen son Kimmerler'i de yenerek Azerbaycan ve Gürcistan'a yayıldılar. Saka Kralı MADOVA'nın MÖ. 626'da Medler'ce hile ile öldürülmesi üzerine Heredot'un andığı "Asya'da 28 yıl süren Sakaların hâkimiyetleri" sona erdi. Saka göçleri sırasında, Aşağı Çoruh ve Rize-Batum arasına "Kalaç" adlı bir Türk boyu yerleşmiştir. Bu boyun yerleştiği bölgeye, MS.150 yıllarında yazılan PTOLEMEUS’ UN coğrafyasında Kalarzen, Gürcü kaynaklarda ise Klarc-et (Klarç yurdu) denmektedir. Batum-Rize arasında güneyden Karadeniz'e esen sıcak rüzgârlar hala "Kalaş yeli" olarak anılmaktadır.

Ayrıca Rize'nin doğusundaki Askoroz Deresi adının, Rize yöresindeki Türkmen/Oğuz topluluğu içinde yer alan Askur Boyu'ndan gelmiş olması muhtemeldir. Yine Sakaların Horasan kolun dan gelen Arşaklar ve Balkarlar Bayburt çevresi Çoruh vadisi boyunca yerleşmişlerdir. Bu yüzden Bayburt ve İspir'in kuzeyindeki sıra dağlara günümüze kadar ve hece kaymasıyla "Balkal" ve buradan güneye doğru esen yağmur getiren rüzgâra da "Balkal yeli" denile gelmektedir. Rize'de Hemşinlilerin en güzel yaylaları Baykal dağlarındadır.

1.4.KOLONİ DÖNEMİ

Plinius tarihine göre; Ege’de yaşayan Mille toslu denizciler;M.670 yılında Marmara ve Karadeniz kıyılarında 10 kadar empeion (Pazar yeri) adı verilen ticari nitelikle liman şehirleri kurmuşlardır. Bu arada Rize'nin de Kolinize edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Tarihi akış içerisinde M.Ö 7 yy sonlarında Kimmer akınlarının Anadolu'yu kargaşaya sürüklemesinden faydalanan Medler'in yöreyi istila girişimleri M.Ö 550'de Med krallığını yıkan Pers kralı II. Kiros’un aynı şekildeki istila hareketleri, yöredeki savaşçı kavimlerin karşı koymaları nedeni ile Rize çevresinde başarılı olamamıştır.

Büyük İskender'in, Pers kralı III. Darius'u kesin bir yenilgiye uğratması ile eline geçirdiği Anadolu Hâkimiyeti M.Ö 323 senesine kadar sürmüştür.
Büyük İskender'in ölümü ile İmparatorluğun devamı niteliğinde olan Pontus, Koppodkida, Bithynia gibi krallıklar kurulmuştur. Ancak Trabzon, Rize gibi bir takım serbest şehirler, bu krallıklara bağlı olmadan varlıklarını sürdürmüşlerdir.

1.5.PONTOS ve SELÇUKLULAR DÖNEMİ

İskender'in ölümünden sonra, komutanları ve Satraplar arasında çıkan egemenlik savaşlarında bağımsızlığını ilan eden Mitridates Kitistes, Karadeniz kıyısında Sinop'a doğru genişleyen Pontus krallığını kurdu.
Pontus kralı Farnakes M.Ö180 de Rize'yi krallığın topraklarına kattı.M.Ö 5.yy da Karadeniz'in kuzeyini gezen Herodot, Sakaların"Alazon"(Alazlar) boyundan söz eder.

M.S 23-79 yılları arasında yaşayan Romalı PİLİNUS aynı yörede"Laz'lar" (Laz'oi) adlı bir kavim yaşadığını bildirir.131 yılında Karadeniz kıyılarını gemi ile dolaşan Romalı ARRİANOS, Karadeniz'in doğusunda hakim olan Lazlardan bahseder.

Rize M.S.10-395 yılları arasında Roma, 395 yılından itibaren de Bizans hâkimiyeti altında yer almıştır. Kars, Iğdır civarında Gökçe göl - Alagezdağı arasında yaşayan ve Sakaların bir boyu olan Amadunuler 626 yılında İranlıların baskısından kurtulmak için Boy Beyleri Hamam'ın öncülüğünde Çoruh ırmağını aşıp Rize'nin Dampur adlı yöresini şenlendirerek, bu gün Hemşin denilen bu yerlere, HAMAM-A ŞEN (Hamamın şenliği) adını verdiler ve buraya yerleştiler.

646 yılında Araplar tarafından vergiye bağlanan Rize,737de kısa bir süre Arapların eline geçmiştir.

XI. yy itibaren Rize'ye Türkmenlerin akınları yoğunlaşır.1071 Malazgirt zaferi ile birlikte Bizans'tan fethedilen edilen bölgelerde Türk Emirlikleri kurulurken, Erzurum-Saltukluları da Çoruh nehri boyları ile birlikte Rize bölgesini hudutları içine aldılar. Alpaslan oğlu Sultan Melik Şah'ın emirlerinden Ebu Yakup ile Emir İsa Böri adındaki Komutanlar 24 Haziran 1080 Posof-Kol zaferi ile Apkaz-Gürcistan Krallığını yenerek, Giresun’un batısına kadar olan Doğu Karadeniz bölgesinde Bizans'ın hâkimiyetine son verdiler. Böylelikle Büyük Selçukluların yükselme devrinde tüm Anadolu ile birlikte Rize de Selçukluların hâkimiyetine girmiştir. Bu gelişmelerden sonra 100 bin nüfuslu Çepniler ile Kürtünler Doğu Karadeniz kıyılarına ve Rize'nin İkizdere kesimine yerleştirildiler.

1098 yılında Danişmentliler 'in yöreye kısa bir dönem hâkimiyetleri söz konusudur.Ancak Haçlı seferleri yüzünden canlanan Bizanslar, 1098'de Trabzon ve Rize civarını Emirüssevahil Sülübey'den aldılar.
Çoruh vadisinde yerleşmiş olan Kıpçak boyundan Kubasar ailesi ve taraftarları,1195 tarihinde doğudan yeni-Kıpçakların gelişinden rahatsız olarak Bizans idaresindeki Rize ve Trabzon bölgesine gelip yerleşmişlerdir. Bugün İkizdere ve Sürmene'de yerleşik aileler, bunların torunlarıdır.

IV. Haçlı seferinde Frenklerin İstanbul'u işgali üzerine baskıdan kaçan
KOMMENLER soyu, 1204 yılında Rize'yi de içine alan TRABZON PONTOS RUM imparatorluğunu kurmuşlardır.

1.6.OSMANLILAR DÖNEMİ ve YENİ TÜRK GÖÇERLERİN
YÖREYE YERLEŞTİRİLMESİ:


Birinci İskân:
Trabzon Rumları, 1456 yılından itibaren Osmanlı devletine vergi vermeye başlamıştır. Fatih II. Sultan Mehmet, Komninoslu bir anadan doğan kişiyle evlidir. Trabzon Tekfurluğunun Akkoyunlu Padişahı Uzun Hasan'ın müttefiki olmasına rağmen, Fatih 1461 yazında ordusuyla Trabzon’a geldiğinde, son Tekfur savaşsız teslim oldu. Aynı yıl, aralarında Rize ve yöresinin de bulunduğu, doğuda Çoruh ağzına kadarki yerler savaşsız fethedilerek Trabzon Sancağı"na bağlandı.

Trabzon'u fetheden, Fatih' in komutanı Ali Paşa; Rize ve çevresini 1470 yılında Türk egemenliği altına almıştır.Böylece Anadolu Türk Birliğine katılan Rize bölgesine,1464 yılına kadar; bölgedeki şehir ve kasabalara, Çorum, Amasya, Tokat ve Samsun bölgelerinden gönüllü ve sürgün olarak Türkler getirtilip, vergilerden muaf olarak yerleştirildi.

İkinci iskân:
Fatih döneminde 1466 yılında yıkılan Karaman oğlu Beyliği bir daha canlanmasın diye Konya/Karaman şehir ve kasaba halkının çoğu İstanbul'a, azı Trabzon sancağındaki Trabzon ve Rize köylerine yerleştirildi.
Her iki iskân sırasında gelen Müslüman Türkler yöredeki Kıpçaklı ve yerli ahalinin gönüllü olarak Müslüman olmalarını sağlamıştır. Osmanlı vergi defterlerinde, kimlerin hangi göçmenin irşadıyla Müslüman olduğu işaret edilmiştir.

1486 yılında tutulan Trabzon Sancağı“Tahrir Tapu Defteri”nde şimdiki Rize bölgesinin

RİZE,
ATİNA (Hemşin nahiyeleri dahil),
LAZLUK (Ardeşen, Vitçe/Fındıklı, Arhavi, Hopa dahil)

olmak üzere üç kaza halinde Trabzon’a bağlı bulunduğu belirtilir.

Üçüncü iskân:
Sultan II. Bayezid'in oğlu Şehzade Sultan Selim'in 1511 yılına kadarki 20 yıl süren "Trabzon Sancak Beyliği" sırasında gerçekleşmiştir.
Safevi Şah İsmail'in Akkoyunlu Sünni Devletini yıkmasının ardından 1501-1507 yılları arasında Safevi Şah İsmail'in aşırı Şii zulümden ve kırımından kaçan Akkoyunlu Türkmenleri, aileleriyle birlikte en yakın Osmanlı toprağı olan Trabzon Sancağına sığındılar.

Şehzade Yavuz Selim, bunları bağrına basarak, Trabzon ve Rize bölgelerine yerleştirdi. Geçimlerini kolaylaştırmak için, onlardan kurduğu ordu sayesinde 1508 de Kutay şehrini aldı, Batı Gürcistan’ı yağmalayıp, kendisine tabi kıldı.
Şehzade Sultan Selim çağında çok kalabalık olarak bölgeye gelip yerleşen Akkoyunlu Türkmenlerinin, "KE" yi "Ç" ve "GE"'yi "C" biçiminde söylediği lehçe bugün bile Rize'de ve Trabzon'da korunmaktadır. (Türç/Türk, Çatip/Kâtip, Coz/Göz, Cemi/Gemi sözlerindeki gibi) 1534-1545 de Kanuni Sultan Süleyman'ın Tebriz şehrinden göçürüp gönüllü iskân ettirdiği Tebriz ve Revan Türkleri nin lehçesinin bu gün Erzurumluların koruması gibi.

Akkoyunlu Devleti zamanında (1350-1502) Rize'nin ,Hemşin bölgesine birçok Türk boyu yerleşmiştir.Aşağı Çamlıca ve Ülkü köy "koç heykelleri" bunun en bariz belirtileridir.Orta Asya kültür çevresinden kaynaklanan, benzer koç heykelleri Doğu Anadolu'da ve Azerbaycan'da da vardır.

Dördüncü (son) iskân;
Yavuz Selim , Padişah olduktan sonra Mısır Kölemen Sultanlarına meyil eden Maraş-Elbistan'daki Dulkadiroğlu Türkmen Bayiliğini 1515 de ortadan kaldırması sonrasında oradan gönderdiği Maraşlı ve Dulkadırlu oymakları ile olmuştur.
Dulkadırlı KÖROĞLU oymağı kolundan Rize'de, Hemşinliler içinde "Köroğlu"soyadını devam ettiren aileler vardır. Bunlardan bazıları bu gün Ankara'ya yerleşmiştir.

Bunun gibi "Kürdoğulları" adlı Hemşinli aileler de; Şah İsmail’in zulmünden kaçıp, Sancakbeyi Selim'e sığınanların torunlarıdır.

Bunlar gibi, Farkın/Silvan’daki Salahaddini Eyyubi soyundan Beğler aileside 1507 de oradan kaçıp gelince Maçka'ya yerleştirilmiştir. Bunların neslide 1934'den önce "Eyyubizade" ve Soyadı Kanunumuza göre Eyüboğlu diye tanınan Maçkalı ailelerdir ki, birçok ünlü kişiler yetiştirmiştir.

Ayrıca Osmanlılar; bazı zaim ve sipahileri de, Rumelinden getirerek buralara yerleştirip, dirlik vermiştir. Yavuz Selim zamanında Trabzon'un doğusundaki dirliklerden bazıları ünlü Oğuz boyu Çepnilerinin elinde idi. Çepnilerin Trabzon'un doğusundaki yerlere, bilhassa Rize ve çevresine yoğun bir şekilde yerleşmeleri, daha sonraki yüzyıllarda olmuştur. Çepniler karada ve denizde yiğitçe mücadele vererek, oralarda kalabalık topluluklar halinde yurt tutmuşlardır.
Bu gün ;Rize merkez ve yakın çevresinde sadece Türkçe konuşulmasının sebebi bu yoğun Çepni yerleşmesidir. Bugün Rize bölgesindeki köylerde Çepni adlı ailelere rastlanır. Çepni bu yörede "yiğit", "gözü pek", "cesur ve çetin",adam manasına geliyor.

Osmanlı Defterdarlığının tutturduğu ilk
beş Tapu Tahrir Defteri; Trabzon Sancağı kazaları gibi Rize İlimiz için de, Fetihten sonraki ilk 120 yıl içindeki ahali, vergi mükellefleri, din, iktisadi hayat, vakıflar, vergi kaynakları ve daha başka içtimai durumları öğrenmek için eşsiz değerdeki milli kaynaklarımızdır.

1) 1486 dan kalma, İstanbul Başbakanlık Arşivindeki 828 sayılı
2) 1521 tarihli 52 sayılı
3) 1523 tarihli 387 sayılı,
4) 1554 tarihli 288 sayılı
5) 1583 den kalma Ankara Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü "Kuyud'i
Kadime Arşivi"nde 29 sayılı
defterlerde;

Mapavri / Çayeli ahalisinin Müslüman
Atina / Pazar da bazı Hemşenli ve öteki yerlilerin "Kadim / Eski Müslüman"
Lazluk kesiminde ki 35 köy de Eski Müslümanların kaydı vardır.
Yani Osmanlının Fethinden önce de Müslüman olmuş olanlar vardır.

Yavuz Sultan Selim'in sancak beyliği sırasında, Annesi Gülbahar Hatun Sultan Rize'ye gelerek camii yaptırmıştır.

Rize'de;19.yy başlarından itibaren birkaç kez Tuzcu oğullarının isyanı ile karşılaşılmıştır. Nihayet 1834 yılında bu isyanlara son verilerek Tuzcu oğulları Rumeli de iskân edilmişlerdir.

Rize, fethinden sonra, Trabzon sancağına bağlı bir nahiye ve kaza iken, Pazar, Hemşin, Arhavi ve Hopa Batu’mun fethinden sonra oluşturulan Batum Sancağına bağlanmıştır.

1867 Vilayet Nizamnamesine göre; Rize, Trabzon Vilayetinin merkez sancağının 6 kazasından biri durumundadır.1877 yılında merkez sancağa bağlı nahiye olmuştur. 93 harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus harbi sonunda 3 Mart 1878'de imzalanan Berlin antlaşması ile Batum Ruslara bırakılınca,Kuraiseba/İkizdere, Mapavri/Çayeli ve Kara dere Nahiyeleri ile birlikte Rize Kazası Lazistan Sancağına dâhil edilerek Rize, sancağının merkezi haline getirilmiştir.

Birinci Dünya savaşında 9 Mart 1916 da Rize, Rusların işgaline uğramış, 2 Mart 1918 de işgalden kurtulmuştur.

1.6.1.BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA İŞGAL
YILLARI 2 MART 1918 RİZE’NİN KURTULUŞU

Doksan üç (93) harbi de denilen,1877-1878 Osmanlı-Rus harbi sonrası imzalanan Berlin Antlaşması ile bir kısım topraklar Ruslara bırakılmıştı. Ancak Rusların Boğazlar ve Doğu Anadolu üzerindeki emellerine ulaşmasına imkân verilmemişti. Boğazlardan serbest geçme hakkını elde etmek için Türk- Rus ittifakı teklifi dahil bir sürü diplomatik çaba sarf eden Rusya 1912 Balkan Savaşı esnasında bir yandan Balkanlarda büyük bir Slav devleti kurulması için Bulgar Sırp ittifakını desteklerken diğer yandan 1912 Kasımında Çatalca önlerine kadar ilerleyen Bulgar ordusunun İstanbul'a girmemesi için Bulgaristan'a nota veriyordu.
Bu dönemde Rusların İstanbul'u işgal planlarının karşısında iki büyük engel vardı. Birincisi Batılıların tepkisi, ikincisi de Karadeniz'deki Rus Donanmasının bu harekât için yeterli olmaması. Birinci engelin Avrupa'da çıkacak genel bir savaşta ortadan kalkacağını hesaplayan Rus yönetimi 1913 yılında Karadeniz'deki deniz gücünü Osmanlı Devletinin deniz gücünün üzerine çıkartmayı hedefleyen bir programı yürürlüğe koydu. Rusya'nın Karadeniz'deki gücünü artırma çalışmaları Osmanlı yönetimini de harekete geçirmiş ve halktan kampanyalarla toplanan altınlarla donanmanın gücünü artırmak için yeni savaş gemileri satın alma çalışmalarını başlatmıştı. Genel bir harbin çıkması ihtimalinin kuvvetlendiği günlerde Osmanlı Donanması için İngiliz tersanelerinde bedelleri altınla ödenerek Sultan Osman ve Reşadiye zırhlılarının satın alınması ve Boğazların savunması için Almanlarla işbirliğine gidilerek Alman askeri heyetlerinin Türkiye'ye gelmesi Osmanlı yönetiminin İstanbul'u savunma çalışmalarının temel taşlarını oluşturuyordu. Avrupa'da yükselen güç Almanya ve müttefiki Avusturya'ya karşı İngiltere ve Fransa'nın oluşturduğu güç birliği savaşın habercisi idi. Osmanlı Devleti yaklaşan savaş tehdidine karşılık topraklarını güvenceye alabilmek için müttefik arayışını hızlandırmış, fakat ittifak teklifleri İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya dahil tüm devletler tarafından reddedilmişti. İngiltere ve Fransa ile ittifaka girmesi, Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirebilmesi için önemli bir adımdı. Osmanlıların 1 Ağustos 1914'de Rusya'ya harp ilan eden Almanya ile 2 Ağustos'ta anlaşma imzalayarak ittifaka girmesinin esasını ise Boğazların muhtemel bir Rus istilasından korunması için Almanya'nın gücüne dayanma teşkil ediyordu. Almanların bu antlaşmadan beklentisi ise Rusların bir kısmı kuvvetinin Osmanlı sınırlarında meşgul edilmesi idi.
Türk- Alman İttifak antlaşması gereği Osmanlı devletinin Almanlar safında Rusya ile savaşa girmesi gerekiyordu. Fakat Osmanlı Ordusu savaş için henüz hazır değildi. Gerçi seferberlik ilan edilmişti ama Almanya tarafından gönderilen silah ve malzemenin İstanbul'a ulaşması ve ordunun bu silahlarla teçhiz edilebilmesi için zamana ihtiyaç vardı. Osmanlı yöneticileri Almanları hemen savaşa girmemek konusunda ikna etmişlerdi. Almanlar müttefiki olan Avusturya'nın Rus ve Sırp orduları karşısında başarı sağlayamaması ve Marn'da Fransızlara yenilmelerinden sonra İngiltere ve Rusya'ya savaş açması için Osmanlı yöneticilerine baskılarını yoğunlaştırmışlardı. Böylece Rusların bir kısım kuvvetleri üzerimize gelecek ve kendi cephelerindeki baskı zayıflayacaktı. Parası ödenerek İngiliz tersanelerinden satın alınan iki savaş gemisine İngiltere hükümeti tarafından el konularak Osmanlı'ya verilmemesi Osmanlı donanmasının Rus donanmasına karşı denge kurmasını engellemişti. Bu olayın ardından iki Alman savaş gemisi itilaf devletleri donanmasının önünden kaçarak Boğazlardan geçip İstanbul'a geldi. Bu gemiler Osmanlı devleti tarafından satın alındığı açıklanarak 16 Ağustos'ta gemilere Osmanlı bayrağı çekildi. Bu iki modern gemi ile Osmanlı donanması Karadeniz'deki Rus donanması karşı tam olarak üstünlüğü temin edilemiyorsa da bir ölçüde denge sağlanıyordu. Alman amirali Souchon'un Osmanlı donanması komutanlığına atanarak, Yavuz ve Midilli adı verilen bu iki gemi ile Osmanlı donanmasına bağlı diğer gemilerin müşterek eğitim çalışmalarına başlandı. Bu olay aynı zamanda Osmanlı Devletini Rusya ile harbe tutuşturmak tertiplerinin en önemli halkası idi Amiral Souchon önce Marmara ve Boğazlarda yeterli eğitim yapılamadığından bahisle Donanmanın Karadeniz'e çıkması için Osmanlı Başkomutanlığı'ndan izin ister. Bu istek 20 Eylül 1914'de Balkanlar kurulunda reddedilir. Fakat Almanya'nın da baskısı ile Başkomutan vekili Enver Paşa'dan Boğazdan pek ayrılmamak ve aynı gün tekrar Boğaz'a dönmek koşuluyla şifahi bir emir alınır ve Donanma 5 Ekim'de Karadeniz'e çıkıp eğitim amaçlı manevralar yapmaya başlar. Almanya'nın savaşa girmesi için yaptığı baskılara daha fazla dayanamayan Enver Paşa ile Almanlar arasında 21 Ekim'de Osmanlının harbe sokulmasına dair gizli bir protokol imzalanmıştı. Bu protokole göre Rus filosunu bir baskınla imha edip Karadeniz'de üstünlüğü sağlayacak olan harekâtın zamanı Amiral Souchon'a bırakılıyordu.
25 Ekim1914'de bu konuda gizli bir emir alan Amiral Souchon komutasındaki Osmanlı Donanması Karadeniz’e çıkıp 29 Ekim'de Rus limanlarını bombardıman eder ve bunun üzerine Osmanlı -Rus savaşı başlar. Bu olay İstanbul'da şok yaratmıştı. Birçok balkan devletin savaşa girdiğini bu olaydan sonra öğrenmişti. Hükümetin son bir gayret gösterip savaşı önlemek için yaptığı tazminat ödemek teklifini reddeden Ruslar, 1 Kasım'da Doğu Anadolu'daki Türk hududuna saldırdılar. Sarıkamış'tan Türk topraklarına giren Rus kuvvetleri Köprüköy'e doğru ilerlemeye başladı.
Savaş öncesi Türk- Rus hududu 1878'de imzalanan Berlin antlaşması ile tespit edilmişti. Sınır Karadeniz sahilinde Hopa'nın hemen doğusunda Kopmuş burnu denilen mevkide başlıyor ve Kemalpaşa ilçesi, Borçka, Murgul, Artvin, Şavşat ve Ardanuç Rus işgali altında kalıyordu.1877-78 Osmanlı - Rus savaşı sonrasında bu bölgeden pek çok insan Rus işgali altında yaşamamak için Anadolu'ya göç etmiş Ruslar, bölgede nüfus dengesini değiştirmek için dışarıdan getirdiği Ermeni ve Rumları bölgeye yerleştirmeye başlamıştı.
Fakat hala bölgede önemli sayıda Müslüman Türk ahali vardı. Savaştan önce Enver Paşa tarafından kurulan Teşkilat-ı Mahsusa da işgal altında kalan bu topraklarda halktan örgütlediği gönüllülerle işgal altındaki vatan topraklarını kurtarmak için faaliyete geçmişti. Sahilde hududu Hopa Hudut bölüğü korumakta idi. Seferberlikte bu birlik takviye edilerek tabur haline getirilmiş ve harp başladığı zaman Müstakil Trabzon Jandarma Alayı ve gönüllülerle takviye edilmişti. Karşısında ise Batum müstahkem mevkiinde bulunan 4 taburlu bir piyade alayı, 1. Koban Plaston taburu, 1 Hudut taburu, 1 istihkâm taburu, 8 top ve 1 süvari bölüğünden oluşan Rus kuvvetleri vardı. Harbin başlangıcından sonra Ruslar buradaki kuvvetlerini artırmış ve Kafkas Cephesine takviye olarak gönderdiği 2. Türkistan Kolordusunun 19.Türkistan Alayını sahil müfrezesine takviye olarak göndermişti. Ruslar, Doğu Anadolu'daki sınırlarımıza saldırdıkları zaman sahilde harekete geçmemiş Batum ve çevresini savunmaya yönelik şekilde mevzilenmişlerdi. Karadeniz'de Osmanlı donanmasına ve özellikle Yavuz'un toplarına karşılık Batu’ma iki adet 25 cm.lik top yerleştirmiş, bölgeye muhtemel bir Türk çıkartmasına karşı hazırlık yapmışlardı.
Osmanlı Genelkurmayı, Kafkas Cephesinde yeterli yol bağlantısı olmadığı için savaşan birliklerinin takviye ve tedarikini donanmanın koruması altında Karadeniz yolu ile yapmaya mecburdu. Bu konudan Almanlardan yeni alınan Yavuz ve Midilli gemilerine çok güveniyordu. Uzun menzilli topları ve süratleri ile Rus donanmasındaki gemilere nispeten üstün olan bu gemilere rağmen Karadeniz'de Rus Donanması'na karşı bir üstünlük sağlanamamıştı. Fakat Ruslar bu gemilerden çekiniyor, özellikle Yavuz Boğazdan içeri girdiği dönemlerde etkili oluyordu. Nitekim 17 Kasım'da bir Rus filosunun Trabzon'u bombardıman ettiği ve batıya doğru ilerlediği haberi alınınca Yavuz ve Midilli Boğazdan çıkmış Sivastopol'e dönüş yolunda Rus donanmasının yolunu kesmişti.
Balıkava bölgesinde yapılan deniz muharebesinde yara almasına rağmen Yavuz, Ruslara korkulması gereken gemi olduğunu göstermişti. Doğu Anadolu'ya Rus taarruzunun başladığı 1 Kasım 1914'de Sahil kesiminde bulunan kuvvetlerimize örtme ve gözetleme emri verilmişti. Daha sonra huduttaki Rus karakollarına baskınlar yaparak bir kısım Rus kuvvetlerini meşgul etmek ve bu birliklerin Doğu Anadolu'ya takviye olarak gönderilmesine mani olmak emri alan sahil birliklerimiz Teşkilat-ı Mahsusa'nın örgütlediği işgal altındaki bölgenin halkı ile birlikte harekete geçerek Rus kuvvetlerine baskınlar yapmaya başlamıştı.
15 Kasım'da Hopa'nın doğusunda Kopmuş burnu mevkiinde bulunan Rus sınır karakolunu kuşatan bir müfrezemiz denizden Rus gemilerinin bombardımanı sonucu geri çekilmek zorunda kalırken Beldesor mevkiinde Rusların başlattığı karşı hücum da geri püskürtülmüştü.18 Kasım'da Batum tarafından gelen iki Rus kruvazörü, Hopa ve civarını topa tutmuş fakat bu bombardıman sahilindeki Türk taarruzunu durduramamıştı. Ruslara baskın veren Teşkilat-ı Mahsusa birlikleri 4 subay ve 63 er esir almışlar ve bölgedeki bazı köyleri ele geçirmişlerdir. Sahilde çatışmalar başlayınca Artvin ile Zeytinlik bucağı bölgesindeki Melo (Sarı budak köyü) Hudut taburu ile bağlı birlikler de harekete geçmişti. Bu birlikler ileri hareketle 22 Kasım'da Artvin'e girerken, Hopa Hudut Taburuna bağlı ve 2000 kişiden oluşan Sahil Müfrezesi ile 23 Kasım'da Çoruh Nehrini geçerek Borçka'yı Rus işgalinden kurtarmıştı
Sahil Müfrezesi komutanlığından III. ordu komutanlığına gönderilen bir yazıda kurtarılan bölgenin korunması için kuvvet ya da bölge halkından oluşturulacak gönüllü birlikler için silah gönderilmesi istenmişti. Cevabı yazıda "Fırsat buldukça düşmana taarruz etmeleri, mümkün olduğu kadar fazla düşman kuvvetini üzerlerine çekmeleri ve ele geçirilen malzemeyi geri taşımaları istenerek, kuvvet ya da silah göndermenin şimdilik mümkün olmadığı" bildirilmekteydi. Alınan emre göre hareket eden birliklerimiz 25 Kasım'da sahildeki Rus kuvvetlerine bir baskın vererek 140 esir almış ve 4 top ele geçirmişti.
2 Aralık'ta Rus donanmasına bağlı bir muhrip Hopa'dan sahili takip ederek Çoruh nehri kenarına kadar ilerlemiş ve Hopa Hudut taburu ile Teşkilat-ı Mahsusa gönüllülerinden oluşan birliklerimizin üzerine yüz küsur mermi atmıştı. Bu birliklere Topçu Binbaşı Ziya Bey kumanda etmekte idi. 7 Aralıkta 4 Rus muhbiri daha gelmiş bunlardan biri Abusla (Esen kıyı köyü) bölgesini bombalarken üçü Hopa'yı topa tutmuştu. 15 Aralıkta Çoruh'un batı yakasındaki Gonia (Gönye) bölgesine bir çıkartma yapan Rus kuvvetleri Batum'un çevre ve irtibatını kesmekle görevli Rıza Bey komutasındaki kuvvetlerimizin güvenliğini tehdit etmeye başlamıştı. 17 Aralıkta iki Rus muhbiri Hopa'yı bombalayarak Gönye'ye çıkan kuvvetlerine destek sağlarken birliklerimizin harekâtı başarı ile sürmüş Borçka'dan inen Rıza Bey müfrezesi 20 Aralıkta Pehlivan/ Beğlevan (Güreşen köyü) tepelerini ele geçirmişlerdi. Batum'un tehlikeye düştüğünü gören Rus'lar General Livahof'u Batum Müstahkem Mevkii Komutanlığına atayarak bölgeye yeni takviyeler gönderirken Batum civarındaki kuvvetlerimiz Batum ve Havalisi Müfrezeler Komutanlığı adı altında Rıza Bey'in, Artvin Bölgesindeki kuvvetlerimiz de Baha ettin Şakir Bey'in komutasına verilmişti.
Doğu Anadolu'daki Rus ilerleyişinin Köprüköy'de durdurulması İstanbul'da sevinçle karşılanmıştı. Köprüköy muharebelerinden sonra Rusları bir kış taarruzuyla imha etmek üzere 90.000 kişinin soğuktan donarak şehit olduğu bir felaketle sonuçlanacak olan Sarıkamış Harekâtı planlandı. Enver Paşa 22 Aralık 1914 - 2 Ocak 1915 tarihleri arasında icra edecek bu harekât için III. Ordu komutanlığını bizzat üzerine aldı.
Başkomutanlık III. Ordunun bu harekâtı için Batum'un ele geçirilmesine büyük önem vermekte, bunun için İstanbul'dan Hopa'ya ve Batum'un kuzeyine birer tümen çıkartılması planlanmaktaydı. 16 Kasım'da bu konu ile ilgili Donanma komutanlığına emir verilmişti. Tümenler Batum'u alacak sonra Çoruh vadisinden Ardahan'a doğru ilerleyerek Doğu Anadolu'daki Rus kuvvetlerinin arkasına sarkacaktı.
Bu taarruz için İstanbul'dan gönderilen takviye ve malzemelerin nakliyesi de 6 Aralıkta denize açılan Yavuz'un liderliğindeki Hamidiye, Mecidiye muhripleri ve donanmaya bağlı diğer gemilerin koruması altında yapılacaktı. Taşıt gemilerinde bir tümenin yerini Alman Yarbay'ı Stanke Bey'in komutasında 3. piyade tümeninin 8. alayı yüklenmişti. 8. alayın iki taburu, iki dağ bataryası, 100 süvari ve bir miktarda cephanesi vardı. Alayın makineli tüfek bölüğü ise daha sonra nakledilecekti. Bu kuvvetler Hopa'ya çıkartılamadığı için 10 Aralık'ta en yakın iskele olan Rize'ye çıkartılmıştı. Bu kuvvetler sahili izleyerek yaya olarak doğuya doğru ilerlerken 11 Aralık günü İstanbul'dan Trabzon'a çıkartılmış gönüllü çeteler de kayıklarla Rize'ye gönderilmişti.
Yavuz zırhlısı; Rize'ye boşaltma yaptıktan dönüş yolunda iken, yanına Peyki şevket muhribini de alarak 10 Aralıkta Batum'a kadar uzanmış ve şehre kısa bir süre bomba yağdırmıştır.
Yolların elverişsizliği nedeni ile birer kol halinde yürüyebilen Stanke Bey Müfrezesi 16 Aralıkta Borçka'ya ulaşmış ve ertesi gün buradan hareketle 21 Aralıkta Artvin'e varmıştı.
Sahildeki kuvvetlerimiz Rusların karşı taarruzlarını püskürtürken, Trabzon'a asker ve malzeme çıkartan gemilerimizi korumak için bölgede bulunan ve Yavuz'un kumanda ettiği filomuza bağlı Hamidiye zırhlısı 24-25 Aralık gecesi Batum'u bombaladı. 26 Aralıkta bu görevden dönerken Boğaz önlerinde mayına çarparak ağır yara alan Yavuz'un devre dışı kalması ile Osmanlı Donanması Karadeniz'deki üstünlüğünü kaybetmiş, Kafkas Cephesini deniz yolu ile takviye etme imkânı kalmamıştı.
Karadeniz'de Rus Donanmasına karşı üstünlük sağlanamadığı için Batum dolaylarına yapılacak olan çıkartmadan vazgeçildi. Artvin bölgesindeki Baha ettin Şakir Bey Müfrezesi, Melo Hudut Taburu ve daha önce İstanbul'dan Trabzon'a çıkartılan ve İttihat ve Terakkinin ünlü fedaisi Yakup Cemil komutasındaki 450 gönüllüden oluşan birlik, Alman Subay'ı Topçu Binbaşı Stanke Bey'in emrine verilerek özel bir müfreze kurulmuş ve Ardahan'ı ele geçirmeleri emri verilmişti. 23 Aralık'ta Ardanuç'a ulaşan müfreze ağır kış şartlarına rağmen Ardanuç - Ardahan istikametine doğru harekete geçti ve ağır zayiat vermelerine rağmen 29 Aralıkta Ardahan'ı zapt etti
Sarıkamış'ta bir facia yaşandığından habersiz Stanke Bey müfrezesi 3 Ocak 1915'de üç koldan Rus taarruzuna uğrayarak ağır kayıplar verdi. Üstün Rus kuvvetlerinin taarruzuna karşılık Ardahan'ı daha fazla elde tutmanın mümkün olmadığını görünce 4 Ocak'ta 500 yaralısını Ardahan'da bırakarak geri çekilmeye mecbur kaldı. Savunma ve çekilme esnasında büyük zayiat veren Stanke Bey Müfrezesinin artçılarının tamamı imha edilmiş, kalanlar 7 Ocak'ta Ardanuç'a ulaşabilmişlerdi.3 Ocak'ta 8. Piyade alayının İstanbul'da kalan ve 4 tüfekten oluşan makineli tüfek bölüğü Hopa'ya çıkartılmış 2 makineli tüfek Hopa'da bırakılırken 2 tüfek ile Ruslardan alınan iki sahra topu Ardanuç'a gönderilmişti. Batum bölgesindeki kuvvetlerini takviye ederek toparlanan Ruslar da karşı taarruza geçmiş ve Pehlivan köyünün kuzeyine düşen Sultan Selim Tepelerini savunmaya çalışan Rıza Bey Müfrezesini sıkıştırmaya başlamış, Hopa tarafından da Rus taarruzları denizden yapılan bombardımanla desteklenmektedir. III. Ordu komutanlığı Stanke Bey'den Artvin'i savunmasını istemişti. Bir müddet geri çekilen birliklerin toplanması ve yerli halkın bölgeden emniyet içinde göç etmesi için Ardanuç'ta bekleyen Müfreze 18 Ocak'ta Artvin'e dönmüştü. Bu sırada bölgeden ayrılarak İstanbul'a dönen Yakup Cemil'in yerine müfrezesinin komutanlığına Yüzbaşı Halit Bey geçmişti.
Daha önce Artvin'i ne bahasına olursa olsun savunma emri alan Stanke Bey'e, Rus donanmasının bombardımanı altında güç durumda kalan Hopa'nın Rusların eline geçme ihtimalinin artması üzerine "Duruma göre hareket ediniz" emri gönderilmişti. Hopa'da çok miktarda erzak ve malzemenin bulunması, burasının Borçka ve Artvin'deki kuvvetlerin ikmal yeri olması nedeniyle durum kritik bir hal almıştı. Rıza Bey müfrezesinde takviye alarak karşı taarruza geçen Ruslar karşısında güç durumda kalarak Murgul'a çekilmişti. Bir kısım kuvvetlerini Artvin'de bırakan Stanke Bey Rusların üzerine taarruz için harekete geçmiş fakat durumun buna elvermemesi üzerine 29 Ocak'ta tekrar Artvin'e dönmüştü.
Bu sırada Trabzon Seyyar Jandarma Alayı Rıza Bey Müfrezesini takviye için emir almış ve bölgeye gelmişti. Alayın Giresun Jandarma Taburu, Hopa - Arhavi arasında sahilden bir Rus çıkartmasına karşı tedbir alırken Alay komutanı Kazım Bey de Hopa'ya gelmiş ve Hopa civarındaki birliklerin kumandasını eline almıştı. 30 Ocak'ta bir tabur ve Teşkilat-ı Mahsusa birliği Abuislah (Esen kıyı Köyü) Sultan Selim Tepesi hattında idi. Ruslar Borçka'da 10,5’luk ve 15'lik obüsler kullanırken sahil müfrezemiz Rus Donanmasının sıkı ablukası nedeniyle iaşe sıkıntısı çekmekteydi.
Şubat sonuna doğru durum Rusların lehine değişmeye başlamış 26 Şubat'ta sahilden 8 top, 16 makineli tüfek ve denizden donanmanın desteği ile hücuma geçen Ruslar, Hopa ve İskaristi (Subaşı Köyü) ye girmişti. Yeni savunma hattı Ciha - Afyon baba Tepesi - Tagisti Dağı - Balıklı Tepeleri - Murgul hattında uzanmaktaydı. Stanke Bey'e bir kısım kuvvetini Artvin'in savunması için bırakarak Arhavi ye gitmesi emredildi. Murgul daki birliklere de Stanke Bey'in emrindeki 8. Alay bölgeden geçene kadar mevzilerini terk etmemesi emredilmişti. Buradaki birlikler Borçka'dan ilerleyen Rus birlikleri karşısında daha fazla tutunamamış Bodocur (Arhavi'ye bağlı Dülgerli Köyü)a geri çekilmişti. 8. Alay bu durumdan habersiz ve şans eseri Murgul bölgesini işgal eden Rus birliklerine rastlamadan Murgul vadisinden batıya geçmişti.
Stanke Bey III. Ordu komutanlığına yazdığı 3 Mart tarihli raporda Rusları ancak Arhavi Deresi boyunda oluşturulacak yeni bir savunma hattı ile durdurabileceğini ve eğer bir tümen takviye gönderilirse Rusları taarruzla geri atmanın mümkün olacağını bildirmektedir.
7 Mart'ta Pazar Jandarma Bölüğü ve Pazar gönüllüleri Murgul tarafında, Hopa Hudut Taburu Balıklı Tepeleri batısında, İstanbul'dan yeni gelen gönüllü taburundan iki bölük, beş jandarma bölüğü ve gönüllüler ise kıyı bölgesinde mevzilenmişti. 8. Alayın iki taburu, iki top, dört makineli tüfek Kordelit'te (Arhavi'ye bağlı Konaklı köyü), İstanbul'dan yeni gelen gönüllü taburundan iki bölük Bodocur'da (Soğucak - Dülgerli köyleri) ihtiyatta beklemektedir. Devam eden çarpışmalar nedeni ile birlikler karışık bir şekilde mevzilenmişti. Hopa'ya yeni toplar ve birlikler çıkartan Ruslar 11 Mart sabahı denizden donanmanın top atışları ile destekledikleri bir taarruz başlattılar. 2 gün 2 gece süren şiddetli çarpışmalardan sonra ağır zayiatlar veren birliklerimiz 14 Mart'ta Bodocur Deresi'nin güney sırtı ile Arhavi Deresi'nin Batı sırtlarına çekildiler. Rusların cepheden taarruz eden birliklerine, denizden donanmaya bağlı gemiler Türk mevzilerine bomba yağdırarak yardım etmiş ve Arhavi işgal edilmişti. Lazistan Müfrezemizin yeni karargâhı Lome'de (Arhavi'ye bağlı Yolgeçen Köyü) idi. 16 Mart'ta mevzilerimizin karşısına kadar ilerleyen Ruslar torpidoların korumasındaki nakliye gemileri ile Arhavi ye 1 tabur kadar asker çıkartmış ve Arhavi Deresinin doğu yamaçlarındaki mevzilerini kuvvetlendirerek kuvvetlerimizin muhtemel karşı taarruzlarına karşı tedbir almışlardı.
Sahilden Arhavi'ye kadar ilerleyen Ruslar Sahildeki kuvvetler için ihtiyatta tuttukları birliklerini de kullanarak bütün güçleri ile Artvin üzerine yüklendiler ve 21 Mart'ta Artvin'deki birliklerimizde geri çekilmek zorunda kaldı. Artvin Rusların eline geçtikten sonra, Artvin'i savunan birliklerimiz Çoruh Vadisini kaplayacak şekilde Melo istikametine çekilirken sahildeki birliklerimizin ikmal ya da geri çekilmek için kullanılabilecekleri kıyıyı takip eden dar bir yoldan başka yol yoktu. Bu yolun sürekli Rus donanması tarafından kontrol edilmesi durumu daha da vahimleşmekteydi.
Rusların sahilden ilerlemeye başlaması bölge halkının göç etmeye başlamasına neden olmuştu. 28 Mart'ta Trabzon'da Lazistan ve Havalisi Komutanlığı kurularak komutanlığına Avni Paşa atandı. Sahildeki birlikleri takviye için Trabzon vilayetinde 17-18 ve 45-50 yaş grupları silah altına alınmaya başlandı. Arhavi Deresi boyunca mevzilenmiş birliklerimiz de Lazistan Müfrezesi adı altında toplanarak kumandanlığına Stanke Bey atandı. Buradaki birliklerimiz 8. Piyade Alayı, Trabzon Jandarma Alayı ve Teşkilat-ı Mahsusa Alayı, süvari takımı, iki dağ bataryası ve istihdam bölüğünden oluşmaktaydı. Gönüllülerden oluşan disiplinli nizami bir kuvvet oluşturmak için Teşkilat-ı Mahsusa Alayına İstanbul'dan gelmiş bulunan Yüzbaşı Rıza Bey komuta etmektedir.
14 Nisan 1915'de mevcudu 56 subay 5978 er, 8 makineli tüfek ve 6 dağ topu olan Lazistan Müfrezesi bir ay içinde Trabzon bölgesinden gönderilen yeni gönüllülerle 8640 kişiye ulaşmış fakat ateş gücünü teşkil eden makineli tüfek ve top sayısında bir değişiklik olmamıştı.
1915 yılında Birinci Dünya Savaşının seyrinde olan değişmeler ve Rusya'nın Batı Cephelerinde zayıf düşmesi üzerine Kafkas Cephesindeki Rus taarruzlarının şiddeti düşmüş ve sahil cephesinde daha çok savunmaya yönelik olmuştu. Ayrıca Yavuz'un tamir edilerek tekrar denize açılması ile Rus donanmasının Karadeniz'de pervasız dolaşmasına da son verilmişti.
Arhavi Deresinin doğu yanındaki iki hattan oluşan bir savunma sistemi kuran Rus Generali Lyakhov, Sahil Müfrezemizin takip eden aylardan yaptığı mükerrer taarruzları geri püskürtmeye muvaffak olmuştu. Bu esnada Stanke Bey'de hastalanarak Cepheden ayrılmıştı. Savaşın başlangıcında Türk kuvvetlerinin bu bölgede başarı kazanmasının en önemli sebeplerinden biri Artvin, Borçka, Kemalpaşa ve Acara bölgesinin halkı Ruslara isyan ederek Türk ordusuna yol açması idi. İsyanları Türk kuvvetlerinin bölgeden çekilmesi ile de devam etti. Onlara Orta Çoruh Vadisinde Rus işgalinde kalan bölgenin ahalisi de katılmıştı. Ruslar üç ay kadar süren bu isyanı katliam yaparak Nisan sonlarına doğru bastırabildiler.
1915 yılı sonlarına doğru, Çanakkale'deki harbin bitme aşamasına geldiği günlerde Rusların Kafkas Cephesindeki ordularının komutanı olan General Yudeniç, Çanakkale'de serbest kalacak Türk birliklerinin Kafkas Cephesine takviye olarak gönderilmesinden önce bir taarruzla Kafkas Cephesindeki Türk savunmasının kilidi olan Erzurum'u almayı ve Doğu Anadolu'da ilerleyen kuvvetlerin ikmalini kolayca sağlayabilmek için Trabzon limanını ele geçirmeyi planlamıştı.
General Yudenich'den Erzurum istikametine başlayacak Rus saldırısını gizlemek için taarruz emri alan sahil kuvvetleri Erzurum taarruzundan bir hafta evvel Rus donanmasına mensup 7 gemilik bir filonun ateş desteği ile 5 Şubat 1916'da harekete geçtiler. Kuvvetlerimiz Rus donanmasının ağır bombardımanı altında sahilden iç kesimlere çekilmek zorunda kalırken cepheden de 19. Türkistan Alayı tarafından sıkıştırılıyordu. Sonunda 6-7 Şubat gecesi Sümle (Fındıklıya bağlı Sümer köyü)- Viçe (Fındıklı) Hattına çekilmek zorunda kaldılar.
II. Ordu komutanı Trabzon'a sekiz makineli tüfek bölüğü, 32 makineli tüfek, bir dağ bataryası ve iki uçak getirmekte olan Yavuz zırhlısının sıkışık durumdaki sahil müfrezemize ateş desteği sağlamasını istemişti. Rus donanması 7 Şubat'ta Pazar'ı, 8 Şubat'ta da diğer sahil kasabalarını bombalarken Rus kuvvetleri Abu (Çağlayan) Deresi doğu sırtlarını ele geçirmişti. Sahildeki kuvvetlerimiz donanma desteğindeki Rus kuvvetlerinin 11-13 Şubat'taki taarruzlarını püskürtürken Yavuz'un Trabzon'a boşalttığı silah ve cephane Erzurum'a gönderilmişti.
15 Şubat'ta karadan 9 piyade taburu ve donanmanın desteği ile saldıran Ruslar Abı (Çağlayan) Deresindeki Türk savunma hattını yararak Piskhala (Arılı) Deresine kadar ilerlediler.15-16 Şubat gecesi kuvvetlerimiz bir gece taarruzu düzenledilerse de muvaffak olamadılar ve Rusların ardı ardına gelen taarruzları karşısında tutunamayıp Furtuna Deresi - Büyük Dere batısına çekildiler.
16 Şubat'ta Erzurum'un Rusların eline düşmesinden sonra Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey bir beyanname yayınlayarak Rus işgaline uğraması muhtemel olan Trabzon'un doğusunda kalan bölge halkından batıya göçmelerini istemişti.
Hamidiye (Pazar'a bağlı Hamidiye Köyü) Yukarı Viçe (Çamlıhemşin'e bağlı) hattında oluşturulan yeni savunma mevzilerimize küçük saldırılarda bulunan Ruslar 3 Mart'ta Rus donanmasına yeni katılan sürati ve toplarının menzili Yavuz'dan üstün olan Marya harp gemisi dahil 6 muhribin açtığı ateş desteği ile bir taarruz daha yaparlar. Avni Paşa'da bu mevzilerdeki birliklerin yanındadır. Aynı gün Batum'dan üç nakliye gemisine iki piyade taburu, 7 Kazak bölüğü, bir top takımı ve iki makineli tüfeği yükleyen Ruslar bu gemileri harp gemileri korumasında Hopa'ya kadar getirirler. Gece saat bire kadar Hopa'da kalan gemiler buradan hareketle Pazar açıklarına gelir ve 4 Şubat sabahı saat 6 sularında 18 Numaralı nakliye gemisi Pazar'ın hemen doğusuna toplam 1150 asker çıkartır, 65 Numaralı nakliye gemisi de Pazar'ın batısına 1 tabur ve 3 kazak bölüğünden oluşan toplam 815 asker çıkartmıştır. Furtuna Deresi boyundaki Türk kuvvetlerine çekilme emri verilmesinde geç kalındığı için kuvvetlerimiz çember içinde kalmışlardı. Gündüz Rus donanmasının gözetlediği sahile inen yamaçlardan çekilme şansı olmadığı için birlikler dağılır. Bir kısım birlikler Pazar Deresini geçip yeni bir savunma hattı oluşturma şansı olmadığı için Çayeli'ne doğru çekilirken bir kısmı da Binbaşı Ziya Bey komutasında Büyük Dere vadisinden güneye, Çamlıhemşin dağlarına doğru çekilerek çemberde kalıp imha olmaktan kurtulur.
Pazar'ın doğusuna çıkan Rus taburu derhal Türk kuvvetlerini kıskaca almak için Furtuna Deresine doğru yönelirken dağınık olarak çekilmekte olan Türk birliklerinin ateşine maruz kalmış bir müddet sonra da 2 piyade bölüğümüzü esir almışlardı. Daha sonra Kornilof Vapuru sahile yanaşmış ve bir topçu takımı, 2 makineli tüfek ve 107 asker ile 150 hayvandan oluşan yükünü boşaltmıştı.
Türk kuvvetleri Pazar'dan batıya doğru dağınık bir şekilde çekilirken ağırlıklarını terk ettikleri mevzilerde bırakmak zorunda kalmıştı. Aynı gün Rus donanması Çayeli ve Rize'yi bombardıman ederken, Çayeli bölgesine yeni bir çıkartma yapıp çekilen Türk birliklerini kıskaca alarak imha etmek için hazırlıklar yapılmıştı. Bu amaçla 17, 18, 24 ve 65 numaralı nakliye gemileri ile Kornilof vapuruna bindirilen asker ve silahlar 5 Mart günü şafakla birlikte Çayeli'ne çıkartılmıştı. Bu durumda Çayeli bölgesinde de yeni bir savunma hattı oluşturamayan kuvvetlerimiz, Rize'nin doğusundaki Askaros (Taşlı dere) Deresi boyunca mevzi tutmak için çekilmeye devam ettiler. Artçı çeteler Ruslarla oyalama harbi yapıp vakit kazanmaya çalışırken bölge halkından toplanan gönüllülerden oluşmuş bir kısım kuvvetlerimiz de Furtuna Deresi boyundaki savunma mevzilerimizin çatırdamaya başladığı günlerde Rize'nin doğusunda Taşlıdere boyunca siperler kazmaya başlamıştı. Burada tahkimat yapıp Rize'yi savunmaya hazırlanıyorlardı. Bu askerlerin çoğu silahsızdı. Silahlı olanlarda tekli tabir edilen eski tüfekler vardı. Çayeli'nde denize karşı konuşlandırılmış iki Şnayder dağ topundan birisi Rus donanmasının açtığı ateşle imha olmuş ve geri çekilen birliklerimizin elinde ateş gücü yüksek silah kalmamıştı. Sahil Cephesini takviye için gönderilen ve Rize'ye ulaşan Samsun Jandarma Taburu da İslam paşa Mahallesinden geçerek Taşlı dere’ye ulaşmıştı. Gönüllülerden oluşan ve çoğu tüfeksiz askerler Taşlı dere’de mevzilendirilirken, bölgedeki Rum ve Ermeniler birliklerimizin yerlerini kayıklarla Rus gemilerine giderek ya da işaret vererek bildiriyorlardı.
Furtuna Deresi hattındaki kuvvetlerimizin çoğu bölge halkından olan gönüllülerden oluştuğu için bunlar ailelerini kurtarma telaşına düşmüşler ve dağılmışlardı. Burada muvazzaf asker olarak yalnız 8. Piyade Alayının 3. Taburu vardı.
Rize'ye ilk ulaşanlar yaralı ve hastalardı. Furtuna Deresi'nden çekilen birliklerimizin Taşlı dere’de toplanmasına fırsat olmadan Rus donanması Rize açıklarına gelerek Taşlı dere’de ki mevzileri bombalamaya başlamış, üç muhribin korumasındaki bir nakliye gemisi ile bir tabur askeri Rize'ye çıkartmışlardı. Gönüllülerden oluşan Rize Sabit Jandarma Taburu ve Rusları durdurmaya çalışan Samsun Seyyar Jandarma Taburu Rus gemilerinden açılan ateş sonucu dağılmış ve 3 saat kadar süren bir çatışmadan sonra Ruslar 6 Mart günü ikindi sıralarında Rize'ye girmiştiler.
Taşlı dere’de ki çatışmalarda şehit düşen askerlerimiz İslam paşa Mahallesinin sakinleri tarafından defnedilmişti. Bu defin işi sırasında bazı askerlerin üzerlerinde çıkan değerli eşya ve para defin işini büyük bir disiplin içinde yürüten Rizeliler tarafından bir elde toplanmış sonra bu para ile bu şehitlerin hatırasına bir çeşme inşa edilmişti. İslam paşa Mahallesinde şimdiki Çay Paketleme fabrikasının yanındaki bu çeşme yörede Şehitler Çeşmesi olarak bilinir. Kalabalık sürüler halinde bombardımanda bazı binaları yıkılmış olan Rize'ye doluşan Rus askerleri camileri işgal etmiş ve depo, barınak olarak kullanmaya başlamıştı. Rusların Sahil Müfrezesi Komutanı General Lyakhov 8 Mart'ta Rostislav gemisinin bandosu eşliğinde düzenlenen bir törenle Rize'ye girdi. Bu sırada Rize önlerinde duran Rus donanmasına mensup gemiler de 31 pare top atarak Lyakhov'u selamladılar.
III. Ordu komutanı Vehip Paşa, Sahil Cephesi komutanı olan Avni Paşa'ya Trabzon'u mümkün olduğu kadar uzaktan savunması için emir göndermişti. Rize'nin doğusunda bir savunma hattı kurmaya vakit kalmadan Rusların denizden çıkartma yaparak süratle ilerlemesi sahil müfrezesinin tamamen dağılmasına neden olmuştu. Rize'nin batısında İyidere boyunca, 250 kadar er ve iki makineli tüfekten oluşan bir kuvvet ile bir müdafaa hattı oluşturulmaya çalışıldı ise de; bu kuvvetler ile Rusları durdurmak imkânsızdı.
Trabzon valisi şehirdeki erzak ve cephanenin boşaltılması için üç haftalık bir zamana ihtiyaç duyduğunu ve Sahil Müfrezesinden bu zamanı kazanmasını istiyordu. Avni Paşa elindeki küçük kuvvetle Rusları İyidere boyunda durdurmak için çalışırken Ruslar 9 Mart'ta bir tabur kadar kuvveti denizden İyidere'nin batı yakasına çıkartarak buradaki kuvvetlerimizi kuşatmak istedi. Fakat Avni Paşa kuvvetlerimize Of'un doğusunda, Baltacı- Maki Deresi boyuna çekilme emri vermiş, burada yeni bir müdafaa hattı oluşturmaya çalıştığı için Ruslar bir sonuç alamamıştı.
Çanakkale'den III. Orduyu takviye için gönderilen ve yolda olan 28. Piyade Alayının tamamen dağılmış Sahil Cephesini takviye etmek için Trabzon'a sevkine karar verilmişti. Sivas -Suşehri'nden Erzurum'a doğru yaya olarak giden alayın öncüsü olan 1. ve 2. tabur istikametini Gümüşhane'ye çevirerek yola koyuldu. Ayrıca İstanbul'dan 200 mevcutlu bir piyade bölüğü Midilliye yüklenerek gönderilmişti. Bu birlik Trabzon limanı emniyette olmadığı için Tirebolu'ya çıkartıldı ve buradan yaya olarak Trabzon'a hareket etti.
Avni Paşa'nın duruma hakim olmadığı kanısında olan III. Ordu komutanı, Çoruh Cephesi komutanı Binbaşı Halit Bey'i 28. Alay gelinceye kadar Sahil Müfrezesini düzene sokmak ve komuta etmek üzere Of'a gönderir. 15 Mart'ta bölgeye gelen Halit Bey, Baltacı Deresi boyunca uzanan Türk savunma hattını düzenlemeye çalışır. Burada çoğunu tüfeksiz gönüllülerin oluşturduğu kuvvetler "Çanakkale'de destan yaratan aslanlar yolda. Onlar gelene kadar Rus'u oyalayın. Aynı zamanda size de tüfek geliyor. Hepinize tüfek dağıtılacak" denilerek cephede tutulmaya çalışıyordu.
Furtuna Deresi boyundaki Rus kuşatmasından Çamlıhemşin Dağlarına çekilerek kurtulmayı başaran Binbaşı Ziya Bey'de taburuyla Varoş kale -Çiçekli Yayla -Tatos Dağı Cimil yolunu izleyerek İkizdere'ye gelmiş ve geceleyin Rus hatlarından süzülerek Sahil Cephesinin kurmaya çalıştığı müdafaa mevzilerine ulaşmıştı. Bu gelenlerle birlikte 1300 kişi olan Sahil müfrezesinin mevcudu, Sürmene, Araklı, Of ve Çaykara köylerinden toplanan gönüllülerin de cepheye varması ile 3000 kişi kadar olmuş ve Baltacı Deresindeki Türk kuvvetleri merkez Sos Dağı olmak üzere yeniden mevzilenmişlerdi.
Trabzon'u savunma görevi alan 28. Alayın kumandanı Alman Binbaşı Hunker Bey durumun acili yetinin artması üzerine Ardasa'ya (Torul) varan 1. ve 2. taburdan 200 kadar asker seçerek bir bölük kurdu. Güzide Bölük adı verilen bölük, bir makineli tüfek takımı ile birlikte 16 Mart'ta Torul'dan hızlı bir yürüyüşle yola çıkarak 90 km yolu dağları aşarak iki günde geçti ve 17 Mart akşamı Trabzon'a ulaştı. Bu seçme askerler Sahil Cephesinde morali bozuk asker ve gönüllülerini yeniden düzene sokacaktı.
Trabzon'a varınca Lazistan ve Havalisi Komutanı'ndan süratle Of'a gelmek emrini alan Binbaşı Hunker Bey, 19 Mart'ta motorlu bir kayıkla Humurgân'a (Sürmene) geldi ve aynı günün akşamı Of'a ulaşarak Sahil Müfrezesi Komutan Vekilliği görevini devraldı. Bu sırada Avni Paşa görevinden alınmış yerine Kurmay Yarbay Trabzonlu Pirselim oğlu Hacı Hamdi Bey atanmıştı. Hacı Hamdi Bey Doğu Anadolu'dan yeni görev yerine ulaşana kadar Avni Paşa görevini sürdürmekteydi Birkaç gündür art arda süren Rus taarruzları ve denizden Rus donanmasının bombardımanı ile oldukça büyük zaiyyat veren Sahil Müfrezesi dağılmak üzere idi. Özellikle 19. Türkistan Alayının inatçı taarruzları güçlükle geri atılan bilmekteydi. 26 Mart sabahı denizden Rus donanmasının bombardımanı altında iyice eriyen kıyıyı tutan kuvvetler dağılmış, Ruslar saat 15.00 civarında buradan ilerleyerek 17.00'de Of'a girmişti. Avni Paşa iki taraftan kuşatılan kuvvetlerimize Solaklı Deresinin batı yakasına geçerek, Ivyan (Yazlık Köyü) ve Manahos (Sürmene) Deresi vadilerinin sırtlarında Ruslarla oyalama harpleri yaparak Kara dere’ye (Araklı) kadar çekilme emri vermişti. 27 Mart'ta başlayan çekilme birliklerimizin artçılarının da 29 Mart'ta Kara dere’nin batı yakasına çekilmesine kadar sürmüştü.
Sahil Cephesinin Baltacı Deresi boyunca oluşturduğu savunma hattının çökmesi üzerine Bayburt'a ulaşmış bulunan 28. Alayın 3. ve 4. taburları ile dağ bataryası 29 Mart'ta Bayburt'tan kuzeye doğru yola çıkmış ve karlı dağları aşarak Horyan'a (Araklı'ya bağlı Tekneciler Köyü) ulaşmıştı. Bölgeyi ve Rusların ilerlediği mevzileri bilmeyen bu birliğimiz 2 Nisan'da Rusların baskınına uğradı. 2/3 Nisan'da devam eden çarpışmalar da özellikle 4. Tabur (Beyoğlu Jandarma Taburu) oldukça fazla zaiyyat vermişti. Çarpışarak Kara dere’yi geçen birliklerimiz burada mevzilenen kuvvetlere katıldı
Trabzon'u ele geçirmeyi amaçlayan Rus'lar Kara dere önlerine kadar ilerleyen kuvvetlerini yeniden takviye etmek amacıyla 1. ve 2. Koban Plaston Tugaylarını Novorosisi limanından 40 nakliye gemisine bindirmişlerdi. 8 taburluk bu kuvvetten başka bir topçu taburu ve bir istihkâm bölüğü de gemilere bindirilen birlikler arasında idi.5 Nisan'da Rus donanmasının koruması altındaki bu çıkartma filosu 7 Nisan sabahı Rize'ye ulaşmış. Rusların Kafkas Cephesi Komutanı General Yudenich'te aynı gün Batum'dan Rize'ye gelmişti. Yudenich'in birliklerinin Sürmene'ye çıkartılması isteğine karşılık donanma komutanı Trabzon açıklarında olduğu tahmin edilen Türk donanmasına mensup denizaltının faaliyetlerini ileri sürerek birlikleri Rize'ye boşalttı ve Yudenich'in ısrarı üzerine birkaç nakliye gemisini Rize'de bırakarak geri döndü. Tugaylardan birine karadan yürüyerek Sürmene'ye doğru ilerleme emrini veren Yudenich, diğerini de nakliye gemilerine bildirerek 7 Nisan'ı 8 Nisana bağlayan gece karanlığında sahili takip ederek Sürmene'ye doğru gönderdi. Amacı Araklı'ya çıkartma yaparak Kara dere’deki savunmamızı çökertmekti. Fakat buradaki birliklerimizin takviye edildiği şeklinde gelen haberler üzerine bundan vazgeçerek birlikleri 8 Nisan sabahı Sürmene'ye çıkartarak geri döndü.
34 Piyade Taburu, 3 süvari bölüğü ve 48 toptan oluşan Rus Sahil Müfrezesi'nin 12 adet de deniz uçağı vardı. Türk tarafında ise yine aynı manzara. Gönüllüler işgal altında kalan köylerinden ailelerini göç ettirmek için dağılmış, geriye 1200 kadar asker kalmıştı. Takviye olarak gelen kuvvetlerin sayısı ise 1000 kadardı. Ayrıca Rus donanmasının sahile yaklaşarak yaptığı bombardıman mukayese edilemeyecek bir üstünlük sağlamaktaydı.Günlerce süren çatışmalardan sonra 14 Nisan günü Kara dere’deki savunma hatlarımızın merkezi olan Aho Dağı'nın 19. Türkistan Alayı'nın hücumlarına dayanamayarak düşmesi ile yarılmış, Sahile yakın olan birliklerimiz ise Rus donanmasının ağır bombardımanı altında erimişti. Yarıdan fazlası şehit olan Kara dere boyundaki kuvvetlerimiz Trabzon'a doğru çekilmeye başlamıştı.
15 Nisan'da Yanbolu Deresi'nin batısına çekilen kuvvetlerimiz burada bütün gün Rus taarruzuna karşı direnmişse de donanmanın bombardımanı karşısında Yomra Deresi'nin batısına çekilmek zorunda kalmıştı. Hacı Hamdi Bey'in emri ile 16 Nisanda Şana (Kaş üstü) deresinin batı yakasına çekilen birliklerimiz burada iki gruba ayrıldılar. 28. Alay, 8. Alaya bağlı bazı birlikler, iki dağ bataryası ve makineli tüfek bölüğünden oluşan Hunker Bey grubu Değirmendere Vadisinden güneye çekilerek Maçka sırtlarında Zigana geçidini Ruslara kapamak için mevzilendiler. İki makineli tüfek ile jandarma ve gönüllülerden oluşan Teşkilat-ı Mahsusa dan Muhtar Bey Grubu şehre girmeden Trabzon'un batısına çekilerek Sera Deresi boyunca savunma hattı oluşturmaya çalıştılar.
Trabzon'daki Türklerin tamamı şehri boşaltarak muhacir çıkmışlar şehirde sadece Rum ve Ermeniler kalmıştı.17 Nisan'da Rumlar ve Ermenilerin hazırladığı bir karşılama töreni ile Trabzon'a giren Ruslar askerlerini şehre sokmayarak Değirmendere Vadisi'nden güneye doğru ilerlemeye başladılar. Ayrıca Akçaabat'a bir çıkartma yapıp Sera Deresi boyunda savunma yapan birliklerimizin arkasına sarktılar. Sahildeki birliklerimiz bir defa daha çember içinde kalmamak için dağılarak çekilme zorunda kalmışlardı. Sera Deresi boyundan çekilen birliklerimiz İskefiye Deresi (Çarşıbaşı) ne çekilmiş ve burada yeni bir müdafaa hattı oluşturmuşlardı.
Sahil Cephesinde hızlı Rus ilerleyişi ve Trabzon'un düşmesi, Bayburt bölgesinde bulunan Türk kuvvetlerini güç durumda bırakmıştı. Acil olarak Sahil Cephesi'nin takviye edilmesi gerektiğine inanan III. Ordu komutanı bölgeye bazı birlikler sevk ederek Rus ilerleyişini Mayıs ayı içinde durdurmaya muvaffak olmuş ve III. Orduya yeni gelen takviye kuvvetlerle Trabzon'u kurtarmak için bir karşı taarruz planlamıştı. Ruslar da Trabzon'u ele geçirilen birliklerini 5. Kafkas Kolordusu ile takviye etmiş ve Kolorduya bağlı 127. Tümeni 20 Mayıs'ta, 123. Tümeni ise 30 Mayıs'ta Trabzon'un doğusundaki Kovata limanına çıkartmıştı. Trabzon civarındaki birliklerini 22.000 muharip askerle takviye eden Ruslar bu yeni birliklerini Trabzon'un güneyi ve batısına sevk ederken buralardaki eski birliklerini Bayburt üzerine yapacakları bir taarruz için Çaykara'nın Sultanmurad Yaylası, Sürmene’nin Madur Dağı bölgesine sevk etmişti Haziran ayının ilk yarısında tamamlanan bu sevkiyatlar yapılırken Bayburt bölgesindeki Türk kuvvetleri de Trabzon'u kurtarmak için bir karşı taarruza hazırlanıyordu. Burada oluşturulan Hart (Aydıntepe) Cephesi'ne bağlı birlikler dağlardaki geçitleri tutarken III. Orduya Çanakkale'den takviye olarak gönderilen 5.Kolordunun kumandanı Fevzi Çakmak Paşa'da Kop, Çoruh, Hart, Lazistan ve Sahil Cephelerinin bağlandığı 3.mıntıkanın komutanı olarak bölgesindeki savunma hattını düzenlemek için çalışıyordu.
Hart Cephesinin Trabzon'u kurtarmak için planladığı taarruzun ilk ayağı 22 Haziran'da Madur Dağı Sultanmurad yaylası bölgesinde başlamıştı. İlk iki günde şiddetli taarruzlarla Ruslara ağır zaiyyatlar verdirilmiş ve Rusların daha evvel işgal ettiği tepeler ele geçirilmişti. 29 Haziranda Rusların karşı taarruzlarını püskürterek sahile yakın tepelere inen kuvvetlerimiz, Maçka'nın güneyinden Trabzon'a yapılacak nihai taarruzdan sonra Trabzon'dan çekilecek Rus kuvvetlerinin arkasını kesmek ve çember içine alıp imha etmek için beklerken Ruslar, Kop Cephesindeki Masat Deresinden cepheyi yararak Bayburt'a doğru ilerlemeye başlamıştı. Çemberde kalmak tehlikesi ile karşı karşıya kalan Bayburt bölgesindeki kuvvetlerimiz Bayburt'tan Kelkit, Zigana ve Madur bölgesinden Gümüşhane istikametine doğru çekilmeye başlamıştı.
Temmuz da ilerlemeye devam eden Rus kuvvetleri Bayburt'tan sonra Erzincan'ı da işgal etmişti. Ağustos başlarında sahildeki Rus kuvvetleri Harşit Deresine kadar ilerlemişler ve burada yeni bir müdafaa hattı oluşturan Türk kuvvetleri tarafından durdurulmuşlardı. 1917 kışı Doğu Anadolu'daki Rus birliklerine oldukça büyük zayiat verdirmişti. Uzayıp giden savaş Rusya'yı iyice tahrip etmiş ve 8 Mart 1917'de ihtilal patlak vermişti. Rusya'da ihtilal hükümetinin kurulması ve Çar'ın devrilmesinden sonra Doğu Anadolu'daki yorgun Rus ordusunda da çözülmeler ve disiplinsizlikler başlamıştı.
5 Kasım'da başta bulunan Kerensky Hükümetini devirerek yönetime el koyan Bolşevikler, Çarlık rejiminin yaptığı tüm gizli antlaşmaları açıklayarak, Almanya ile barış görüşmelerine başlamasından sonra Türk Başkomutanlığı da Doğu Anadolu'daki Rus ordusu komutanlığına bir mütareke teklifinde bulunmuş ve 18 Aralık 1917'de Erzincan'da bir mütareke imzalanmıştı
Mütarekeden sonra cephede bir sükûnet yaşanırken Rus askerleri birliklerinden ayrılarak evlerine dönmeye başlamışlardı. Bu durum üzerine Rus komutanlar işgal altındaki toprakları Gürcü ve Ermenilere teslim etmek üzere Gürcü ve Ermeni birlikleri oluşturmaya başlamışlardı. III. Ordu karargâhına işgal altındaki topraklarda Rus kuvvetlerinin yerini Ermeni kuvvetlerinin almakta olduğu ve bu kuvvetlerin Müslüman ahaliye toplu katliamlar uyguladığı haberleri gelmeye başlamıştı. Bunun üzerine Başkomutanlık karargâhı III. Ordu komutanına Ruslarla çatışmamak koşulu ile işgal altındaki topraklarda bulunan Türklerin katliamdan kurtarılması için harekete geçme emrini verdi.
23 Ocak 1918'de harekete geçme emri alan birlikler hazırlıklarını tamamlayarak 1 Şubat'ta harekâta başladılar. Sahildeki kuvvetlerimiz harekete başlamak için takviye olarak gönderilen 123. Piyade Alayı'nın Giresun'a çıkmasını beklediği için iki gün daha beklemiş ve 14 Şubat'ta harekâta başlamışlar ve Eynesil'e kadar ilerlemişlerdi. 15 Şubat ta Vakfıkebir'e ulaşan birliklerimiz Trabzon civarındaki Rus kuvvetlerinin deniz yolu ile Trabzon'dan ayrılması ve Trabzon'u bir an evvel kurtarmak üzere sabırsızlanmaktaydı. Bu amaçla yazılan bir mektupla Trabzon'daki Rus komutanına gönderilirken ileri harekâta devam eden birliklerimiz 19 Şubat'ta Akçaabat ile Trabzon arasındaki Kalemena ve Sera Deresi arasında toplanmış savaşsız Trabzon'a girmek şansını denemek için burada beklemeye başlamışlardı.
Sürdürülen görüşmelerde Rusların şehri kısa sürede boşaltılamayacağı anlaşılınca 24 Şubat'ta şehre girilip doğuda Yomra'ya kadar ilerlenmesi kararlaştırıldı. Fakat 23 Şubat'ta Trabzon'da bulunan Bolşevik Komitesi isteklerimizi kabul ederek 37. Kafkas Tümenimize 24 Şubat 1918'de bando ve bir Rus birliği tarafından düzenlenen karşılama töreni ile şehir teslim edildi. Şehirde bulunan Gürcü ve Ermeni birlikleri daha önce deniz yolu ile Trabzon'dan ayrılmış ve 8000 kadar Rus askeri Değirmendere bölgesinde toplanmışlardı. Bunlarda aslında deniz yolu ile Trabzon'dan ayrılmak için beklemekteydiler. İleri harekâta devam emrini alan birliklerimiz 25 Şubat akşamına doğru Of'a kadar ilerlemişlerdi. Aynı gün 11 Rus Vapuru ve bir torpido Trabzon Limanından Rus askerlerini memleketlerine götürmek üzere yüklemekteydi.
Rize'ye doğru ilerlemek için Of'ta takviye kuvvetlerinin gelmesini bekleyen birliklerimiz 2 Mart 1918'de ileri harekâta devam ederek Rize'ye girer ve böylece Rize Rus işgalinden kurtulmuş olur. Ruslar geri çekilmeye başladıkları sırada Rus ordusunda bulunan Ermeniler birçok cami ve Rize Çarşısını ateşe vermiş çevreyi yağmalamaya başlamıştı.
Rize'nin kurtarılmasından sonra Artvin'e kadar bölge halkı milis kuvvetler oluşturarak Rusların boşluğunu Ermenilerin doldurmasına ve katliam yapılamasına mani olmak üzere harekâta geçmişti. Bu arada ilerlemeye devam eden 37. Kafkas tümeni 10 Mart'ta Çayeli'ne girmiş ve 14 Mart'ta Hopa'ya 4 Nisan'da da Sarp'a ulaşarak Batum'u almak üzere 10. Kafkas tümeninin Trabzon'dan takviye olarak gelmesini beklemeye başlamıştı. Bu sırada bölgede bulunan Halit Bey Bölge halkından teşkil etmekte olan 3. Kafkas Tümeninin teşkilatlanması için çalışmaktaydı.Üç bin kadar mevcudu bulunan Tümen 1 Nisan'da Hopa'dan hareketle 3 Nisan'da Acara'ya ulaşır.
5 Nisan'da kolbaşı Rize'de olan 10. Kafkas Kolordusu doğuya doğru ilerlerken 9 Nisan'da Mavera-i Kafkas Hükümeti bir ateşkes teklifinde bulunmuştu. Bunun üzerine 11 Nisan'a kadar harekâtı durduran 3. Ordu komutanı Vehip Paşa Trabzon'da yapılan görüşmelerden sonuç çıkmayınca 37. Kafkas Tümeni ile Borçka üzerinden Batum bölgesine müşterek bir harekât düzenlemiş ve birliklerimiz taarruzla 14 Nisan'da Batum'a girmişti.
İşgalden kurtulan Rize bölgesi çok güç günler yaşamış, yöre halkının "Kıtlık" dediği bir yokluk ve yoksulluk döneminde açlık ve salgın hastalıktan yüzlerce kişi ölmüştü. Mondros mütarekesinden sonra vatan toprakları yer yer işgal edilmeye başlayınca bölgede Rum çetelerinin faaliyetleri görülmeye başlamış Rizeliler yerel önderlerin başkanlığında Rumlarla mücadeleyi sürdürmüştü.

Milli Mücadelenin başlangıcında Gençağaoğlu Hafız İsmail Hakkı Efendi ve Hemşinli Memişoğlu Mehmet Necati Hoca'yı seçerek Erzurum Kongresine delege olarak gönderen Rizeliler, Kuvayi Milliye'ye yazılarak İstiklal Savaşına katıldılar.

Özellikle İpsiz Recep ve arkadaşlarının Milli Mücadelenin ilk yıllarında İstanbul'dan Anadolu'ya silah sevkiyatındaki ve Adapazarı bölgesindeki faaliyetleri Milli Mücadele sürecinde başlı başına bir destandır.

1.9. RİZE ŞER’İYE SİCİL DEFTERLERİ

1.9.1. Rize Şer’iyye Sicili Defterinin Önemi
1.9.2. Rize Şer’iyye Sicili Defterinin içeriği

1.9.1. Rize Şer’iyye Sicili Defterinin Önemi

Geleceğe ümitle ve güvenle bakabilmenin ön şartlarından birisi, kültürel yapımızı doğru anlayıp çözümlemek ve bize ışık tutacak değerlerden faydalanabilmektir.1509 no lu H.1330 -1332 / M.1911 yıllarına ait Şer’iyye sicilleri; sosyolojik gözlemler ve analizler yapmaya imkân veren, o günün toplumunu tarihte değil de bugün gözlemliyormuşuz gibi bize yansıtan, birinci el ve özgün yazılı kaynaklardan birisidir.
Belli bölgelere ait olan bu defterler; yerel farklılıkları ortaya koymasının yanında, döneme ilişkin genel tespitler yapmaya da katkı sağlayacaktır. Sonuçta bölgenin demografik ve etnik yapısına dair sonuçlara ulaşılmasına olanak vermektedir
1509 no’lu Rize Şer’iyye Sicili; özelde Rize’nin, genel de Türkiye’nin sosyal tarihinin önemli kaynaklarındandır.

1.9.2. Rize Şer’iyye Sicili Defterinin içeriği
Şer ‘iyye sicilleri içerdiği konular itibariyle kültürel, idari, askeri, mali ve içtimaî tarihimiz ve folklorumuzun araştırılması açısından birinci derecede önemli belgelerdir.Şer’iyye sicilleri; XV. yüz yıldan XX. yüz yılın ilk çeyreğine kadar devam eden, Türk kültür tarihinin temel kaynaklarından birini teşkil etmektedir. 1509 nolu sicil örneği ise Hicri 1330- 1332 (M. 1911-1913) tarihlerini kapsayan, içerisinde 589 adet kaydın yer aldığı, 389 sayfalık, Rize şer’iyye sicilidir. 589 kaydın ilk 367 adetlik kısmı Hicri 1330-1331 tarihlerini kapsamakta, diğer 222 adetlik kısım ise Hicri 1331-1332 tarihlerini kapsamaktadır.
Tanzimat’ın ilanından sonra şer’i mahkemeler sadece şer’i davalara bakar hale geldiklerinden söz konusu sicil örneği şu davalara yer vermektedir.
Küçük yaşta evlilikten doğan anlaşmazlıklar, arazi, tecavüz, yol tahrip, veraset, nafaka, emlak, ortaklık, teçhiz, tekfin, adam kaçırma ve eşkıyalık, adam öldürme ile ilgili davalar, hisse satımı, satılan malların parasının verilmemesi üzerine mahkemelik davalar; ağaç kesme, ark, tokmak, yayla, değirmen suyu ile ilgili anlaşmazlıklar; miras taksimleri, vâsi tayini, vekil tayini; arazi satımı, kocaya itaat uyarıları, imam atamaları, mihr talebi, mal vakfedilmesi, Eytam müdürlüğünden kefil gösterilerek borç alınması, cami işlerini yürüten kişilerin atanması, Kocanın karısına mesken temin etmemesinden doğan davalar, Müslim-Gayrimüslim kişiler arasındaki anlaşmazlıklar, malların devredilmesi ilgili davalar bu sicilde kayıtlıdır.
Bunun dışında bu sicilde bir kanunname; Ramazan bayramı, Kurban bayramı, Miraç gecesi, Berat gecesi bildirileri bulunmaktadır.
Bir bölgenin vatan haline getirilmesi bakımından yer isimleri çok önemlidir. Anadolu’yu yurt edinen atalarımız; hakim oldukları yerlerin adlarını genellikle muhafaza etmişler bazen de yaşadıkları yerlere kendi kültürlerini yansıtan yer isimleri vermişlerdir.
Özellikle XIX. Yüzyılın ilk yarısından itibaren Balkanlarda milliyetçiliğin yayılışı ve Osmanlı devletinin Avrupa karşısında zayıflaması yüzünden ayrılıkçı hareketler artmaya başlayınca Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasını engellemek için Osmanlıcılık, bu eğilimleri kontrol altına almada en etkili silah olarak görüldü. Bu hareketlenmeler Osmanlı ülkesinin bir Türk-Müslüman devleti olduğunu hatıra getirebilecek düzenlemelere yol açtı. Bunun için, Dâhiliye Nezareti, Osmanlı ülkesinde şehir, kasaba ve köylerin adlarının Türklükle bir ilgisi olmadığından bunların uygun bir adla değiştirilmesine karar verdi.
Bu anlamda; Rize kazası ve nahiyeleri Karadere, Kurâ-yı seb’a, Mapavri ile ilgili 3 Kanûn-ı evvel 1329 (M.16 Aralık 1913) tarihli isim değişikliği listesi Başbakanlık Osmanlı Arşivindedir. Ancak incelediğimiz bu defter H.1329 tarihinden sonra yazılmasına rağmen henüz nahiye, köy ve mahalle isimleri yeni isimleriyle defterde geçmemiştir.

Ticari Faaliyet :
Rize Şeri’ye Defter,nin Ticaret Kayıtları ilgili Bölümünde;
“Balık avı için Romanya'nın Sene (Köstence) kazasından dönen “Mustafa Reis”in kayığında balık ağlarından başka esliha-i memnua" bulunmadığı ına dikkat çekilmiştir.
Lazistan Sancağı’nın merkezi olan Rize kazası kurasından Hama karyesi sakinelerinden zatı zeyl-i vesikada muharreru’l esami müslimin tarifleriyle muarrefe olan Küçük Osmanoğlu kerimesi Haculi bint Bilal meclis-i şer’i şerif-i enverde takrir-i kelam ve tabir-i ani’l meram idub karye-i mezkureden Aliağaoğlu Mustafa bin Osman ile beynimizde mütehaddis arazi ve halît ve şerik davalarından dolayı mezbur Mustafa ile aid olduğu mehakimin her derecesinde müddeî ve müddeâ aleyh sıfatlarıyla bidayeten ve iadeten ve itirazen ve temyizen muhakeme ve muhaseme ve mucavebeye ve ikame-i şuhud ve tahlif ve tebliğ ve tebellüğa ve imzasıyla istida ve layıha tanzim ve takdimine ve taleb-i keşf ve mümeyyiz ve hakim ve ehl-i vukuf tayin ve azline ve taleb-i icra ve hacz vaz’ ve fekkine ve tefrik ve taksime ve lede’l hace isbat-ı veraset iddiasına ve’l-hasıl mütevakkıf olduğu umurun küllisine tarafımdan vekalet-i mutlaka-i sahiha-i şer’iye ile dava vekillerinden Mustafa Efendi ibn İzzet Efendi’yi kabulune mevkufe vekil naib-i menab nasb ve tayin eyledim dedikte ma vekaa bi’t taleb ketb olundu.
Fi’l-selh min şehr-i Rebii’l evvel li sene ihda selasine ve selasemie ve elf
Mukabele olunmuştur Baş katib, naib Terzi Ahmedoğlu Sefer bin Osman,
Terzi Ahmedoğlu Ğafur bin Ahmed Hicri 1331

Kaynak:Arş. Gör. Ümit Erkan / Rize Üniversitesi
 

                                                                                              
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol